7 Aralık 2008 Pazar

Renderla Ramizem

şimdi bi frank lloyd var bi de ross lovegrove var.

nasıl var; değişen&gelişen görsel teknoloji bize avantaj sağlıyor, bu arada frenk gibilerinin sayısı azalıyor, önemi yitiyor (bu noktada "hafız, elle işlenmiş tasarım paftasına milyon dolar veriyolarmış" geyiğini es geçiyorum).

ama dijital modelleme ve illüstrasyon, bazı şeylerin değerini yitirtiyor mu, yoksa içindekini dökemeyen adama avantaj mı sağlıyor? ya da ikisi birden mi?

mevzu bu değil, mevzu neyle uğraşacağına, neyin üzerine yoğunlaşacağına karar vermek sanırsam, çünkü "dijital" çizim de kendi dilini yaratalı çok oluyor. modelleme modellemelikten çıkıp gerçeğe yaklaşalı, el emeği daha bi kolay daha bi makbul görünür oldu.

autodesk programları arasında geçişler, adobe'un bridge'iyle hibrit görseller hazırlamak, cinema4d ile nemetschek&graphisoft dostluğu, yaşasın opensource blender, inkscape, gimp; hepsi genç tasarımcıların avucunu (maus ilişkisi) sulandırırken, beynini yoruyor. bi yerden başlamalı ama hangisi?

neyse çok dağınık oldu, amacım iki lakırdı etmekti belli başlı programlar üzerine.
bi de geçen bi portfolyo gördüm, adam saydıklarımın hepsini kullandığını eklemişti cvye. gittim çay koydum.

22 Kasım 2008 Cumartesi

Foxy!?

how i met your mother #2.2

#1



#2



#3



mimarlar seksi midir?
yani "arthouse" asiliğiyle "plaza" beyefendiliğini işe yarar bi paydada birleştiren meslek, (afedersiniz) insanları 'uyarıyor' mu?

şahsi kanaatim: ted mosby anca arkitektürle toparlıyor gibi.
george 'cantstandya!'yla başedemez ayrıca.

17 Kasım 2008 Pazartesi

Tight Apartment Therapy!

küçükken koli falan bulup içine girer, uyurdum ben.
dar, sarıp sarmalayan yerlerin garip bi çekiciliği oluyor bazen, uyku tulumu, kuşetli & yataklı tren, hamak vesaire.

stüdyo daireler de kompakt yaşam hesabına patlamadı mı zaten?





> jack's BIG thing!

16 Kasım 2008 Pazar

Architekten in Movies



Rob Lowe: yahşı bir oğlan; ammavelakin piyasa çıkan "tape"inden sonra tutunamadı, bi paris hilton olamadı
James Belushi: bildiğin according to jim

Rob Lowe, otuzlarının başında, sevdiği kadından uzakta mesleğini icra etmeye çalışan bir sabidir. James Belushi'yse işvereni. Rob'un yaşadığı dairede garip olaylar dönerken; bunların yanında mega-absürd komşularıyla da başa çıkmaya çalışan Rob, patronu James Belushi'yle de problemlerin hasını yaşayarak delirmenin eşiğine gelir.

-Ee ne ki şimdi bu ?
-Rob'un mesleği mimarlık.

Living in Peril; çok da ses getirmemiş, hatta tv filmi kalitesinin bile orta seviyelerinde gezinen filmde mimar karakterin yaşadıkları mesleğine vuruyor, meslek de gelişine koyup Rob'un hayatını altüst ediyor. Hele ki proje çizdiren zengin rolündeki Belushi, "süpermüteahhit" ayarında tepkilerle herşeyi daha da kötüleştiriyor.

ha olay ne; James Belushi aslında Rob'un sevdiceğinin eski sosyopat kocasıdır. ve olan biten herşeyi kurgulayan da odur. Rob'un dairesine fare bırakan, gece evine girip çıkıp huzursuzluk yaratan ardından da ayak başparmağını kıran (var hakkaten böyle birşey) Belushi, aslında inceden inceye ayrıntıdaki şeytanlarla Rob'u mahvetme amacındadır.

finalde iyiler kazanır.


alakasız simultane link: archdaily- detay seven böyle gelsin


ps: uzun süreden sonra böyle bişeyler yazarak dönmek çok da hoşuma gitmedi. ama bir yerlerden başlamak lazım.

10 Temmuz 2008 Perşembe

tasarım fakültesi öğrencilerinde hep bir haller vardır:

problem olmasa bile problem yaratma, masaları yerleştirirken, ders programı ayarlarken hatta stüdyo kapısının kilidi bozulduğunda bile (yaşanmıştır) olanları büyütüp tartışma, farklı fikir sunmak için ıkınmalar vs vs. . grup projelerindense hiç bahsetmiyorum- coşmalara doyamıyor zira gençler, fikir fikir üstüne biniyor, kavgalar çıkıyor, herkesin bildiği kendine- ki ben bizzat severim grup işlerini, şenlikli olur, etkisiz elemanlar&yutan elemanlar, kopuk şeyler çıkar değişik olur.

yarışma mevzusu çıkıyor, ayrı gruplar birbirine çamur atıyor, kritik üstüne kritik dönüyor.



problem bitince de problem bulunuyor, bunu da genellikle aktif topluluklar yapıyor. ataçç itülü mimar adaylarının yarattığı bir ekip- workshop mevzusunda kaydadeğer işler çıkartıyolar. 11-12-13 temmuz'da sırasıyla kadıköy, tünel ve galata'dalar.


odtü mimarlık topluluğu'na ayıp etmeyelim; uğraştıklarına her daim tanığım ama mikroiklim yarattılar hep şu ana kadar. ha ben n'aptım, "hadi kolay gelsin" deyip geçtim, evet.

7 Temmuz 2008 Pazartesi

Drug and drugging in drugs.



gonzo: 1.garipçe, sıradışı.
2. amatör porno.

gonzo gazetecilik dediğimizse; muhabirin kopup haberin ana merkezine oturması, belki haberin kendisi haline gelmesi diye özetlenebiliyor. bu mevzuyu neredeyse ilk çıkartan, anti-celebrity Hunter S. Thompson. milliyetçi-anarşist-silahsever-junkie ki kendisini ben de çoğu insan gibi (drug-cinema örnekleri ararken) fear and loathing in las vegas'ta tanıdım. evet 'canidep'in oynadığı.

hafıza tazelemenin sebebiyse adamı gerçekten anlatabilecek bir belgesel var ufukta. yönetmen alex gibney (!f'teki 'karanlığa taksi' ve ntv'de bolca verilmiş 'enron' belgesellerinin sahibisi kendisi).

->http://www.apple.com/trailers/magnolia/gonzo/trailer/

5 Temmuz 2008 Cumartesi

Frank's Eleven

'Springfield'a opera binası yapılmak istenir, Marge da Frank Gehry'e opera binasını yapması için bir mektup yazar, Gehry mektubu okur, buruşturup atar. Yerdeki buruşuk kağıda bakıp 'Oh Frank, you're a genius!' der!'

->http://www.truveo.com/frank-gehry-in-simpsons/id/542516559 (posta kutusuna ayrıca dikkat diyorum!)

Dancing House, Walt Disney Concert Hall, DZ Bank ve 'most rimarkıbıl evır' Guggenheim Bilbao. almış yürümüş kariyer, inatçılık, starchitect karizması vs.. frank gehry mimarlık okuyan öğrencilerin öğreneceği ilk isimlerden, öğrencilik vakitlerinde insana gaz verecek, "ay em dı king of dı vörld!, ay ken ceync evritink!" dedirtecek mimarların en başta gelenlerinden. iyi de n'apıyor bu adam arkadaş?



organik deyip bitirmiyor, "ben kendi tarzımı koruyorum ve istediğimi yapıyorum, bana karışanlaraysa defolmalarını söylüyorum. insanlar mimarlığı eğlenceli hale getirdiğim için bana teşekkür ediyorlar." diyor sydney pollack'ın yakın tarihli biyografik belgeselinde. bense sydney pollack'ın yakın zamanki ölümüne frank gehry'nin ego patlamalarının de etkisinin olduğunu düşünüyorum zalimce.

evet, n'apıyor ki? yakın zamanda (bürokrasi will come, thy will be done) tepebaşı'ndaki trt binası yerine yapılacak müze projesinin de sahibi. ben nerden tutsam bilgisizliğim açığa çıkacak ama hala stüdyo masalarında çürüyen iki arkadaşın sayıkladıkları şöyleydi yanlış hatırlamıyorsam:

"adam akışkan bina yapıyor güya, paso eklemiş eklemiş, vermiş körvü, akışkan demiş, bence bütünlük falan yok, tam tersine basic design problemleri var."

"kendini sürekli tekrar eden celebrity, başka da bi'şey değil."

ben susuyorum, söz bredpitte.

4 Temmuz 2008 Cuma

Bek tu dı füçır.

odtümimarlık.blogspot.com'a ilk başladığımda amaç ikinci sınıf olmanın da verdiği gazla bişeyler yazmak, anlatmak, etrafa neler yapıldığını&yaptığımı göstermekti. bilemiyorum, ikinci sınıfın mimar adaylarını ambale eden temposundan mıdır yoksa bizzat benim hatalarımdan mıdır; blogu düzenli olarak güncelleyemedim, yazamadım, çok hevesle başladığım bir şeyi öksüz bıraktım. mayıs ayı gibi fakültede bi afiş gördüm, tasarım blogları yuvası diye, XXI (yirmibir) dergisinin yarattığı bi oluşum ki naçizane bloggerınıza yeniden "yaparsın, edersin, bak oluyormuş" dedirten de bu afiş oldu. şimdi biraz daha farkında olarak denemelerime devam edeceğim, takip edin, bakarsınız beceririm.


23 Haziran 2008 Pazartesi

Blog yazmak.

zaman alıyor, zaman gerektiriyor. kolayca iki şeyi defter kenarına karalar gibi geçemiyorsun. "bugün de böyle olsun." mantığıyla her an duruşunu kaybedebilir, aynı çizgiyi tutturmak, kendine ve daha da önemlisi yazılarına hakim olman gerekiyor. belirli bir tema üzerindense herşey çok daha zor; sırf çizgi dışına çıkmamak için saçmalamak işten bile değil.

tekrar deneme, bu sefer iddialı: dil yandı bi kere.
v2.0