2 Nisan 2009 Perşembe

>Confessions of an Industrial Engineer

isveç'ten selamlarla, guest author can blogun çürümesini engelliyor:

Bu yazıda bazı sözcükler ve o sözcüklerin öznel tanımları üzerinden gideceğim. "Mimar" ile başlamak isterim. Bu sözcükle ilgili aklıma kazınmış bir ayrıntı var: Bill Gates'in Microsoft'taki sıfatının "baş yazılım mimarı" oluşu. Mühendis değil. Mühendis sıfatını taşımak okullu olmayı gerektirir iması var sanki burada. O zaman şu soru sorulabilir: Mimar olmak okullu olmayı gerektirmez mi? Buna yanıt verme çabam olmayacak, varın siz düşünün. Yazı akarken belki de kısmen yanıtlamış olacağım, ama keskin çizgiler çizme cüretini gösteremem. Bir de Başarının "mimarı" Luis Aragones'te olduğu gibi bir kullanım da mevcut, onu geçiyorum. "Design" sözcüğüne geleyim: Bu sözcüğün bence en iyi Türkçe karşılığı "tasarım", "tasarlamak" (fiil hali için). "Dizayn" diyenler oluyor kimi zaman, ama ilk ikisi kadar somut bir karşılığı olmadı bunun benim kafamda. "Design" deyince aklıma gelen diğer bir şey ise; Mersin-Mezitli yolu üzerinde Çiftyol civarındaki bir mobilyacının tabelasındaki imla hatası : "Bilmemne Desing". Neyse, bir de "Ciğerci Veron" var aslında Demirtaş civarında, bunların yeri ceryanlikoyun değil. "Tasarlamak" ve "tasarım" sözcüklerine geri gelirsem, bu ikisinde de bir terslik, belki daha çok bir eksiklik var. Sanki hayata geçirme, elle tutulur hale getirmeyi kapsamıyor ikisi de: Çizip bırak. Kafanda kurup uygulamaya dökme. Eksiklik demişken, "design" sözcüğü de biraz aşınmış sanki. İyi "design" dendiğinde kafamda beliren resim şu: Kemik gözlüklü, hafif tombul, yaz-kış parmak arası terlik ve askısız bluz giyen tipte Amerikalı bir hatun; Apple Store'dan yeni çıkmış, elinde I-phone var ve It is so cool diyor. Şimdi ben I-phone'un "design"i kötü demeye mi getirdim? Hayır, zaten I-phone'um yok, müşteri yorumu da okumadım. "Design" dediğimiz şeyin neleri içerdiğinin çok daraldığını düşünüyorum. Misal altta adı geçen Ross Lovegrove'un ofisinde DNA sarmalından esinlenilerek tasarlanmış, korkuluğu olmayan bir merdiven var. Standartlara uymadığını biraz övünerek anlatıyor Ross Lovegrove. "Design" sözcüğünün aşınmışlığına bir örnek bu, kendini "designer" diye tanımlamakta hemen herkesten çok hak görecek birinin anlayışından ayıklanmış.
Bir de "craft" sözcüğü var, hem isim hem de fiil olarak kullanılan. Bence fiil olarak müthiş bir sözcük. Thesaurus'ta böyle bir eşleştirme yok, ama "weave" fiiline yakın anlamlı. Güzelliği şurada "craft"ın: Bir şeyi "craft" edebilmen için, "design"ını da yapmış olman gerek. Bu ima, ya da benim kendi kendime yaptığım çıkarım, "craft" sözcüğünü çok güçlü yapıyor. İyi "craft" edilmiş bir şey, bence hem iş görür, hem de güzel gözükür. Bu arada iş görme tanımım kapsamlıdır; kullanım kolaylığı, güvenlilik, dayanıklılık ve diğer birçok iyi özelliği içerir.
Karşılaştırma yapmam gerekirse; o aşınmış anlamıyla kullandığımızda, iyi "design" edilmiş bir şey bozuk olabilir; bozuk şeyler kötüdür. Her an düşebileceğin bir merdiven, sana kendini asil hissettiren ve belki üretkenliğini artıran bir ortamın parçası olsa da, bozuk sayılabilir. Bozuk kötüdür.
Bağlamaya başlayayım:
"Architect"i fiil olarak kullanmaktan hazzettiğini söyleyen Seth Godin'e sırtımı dayadığımı itiraf etmek isterim. Godin, türettiği bu fiile, yukarıda bahsettiğim "craft" fiiline yakın bir anlam yüklemiştir ilgili blog yazısında.
İyi "architect" edilmiş bir şey çalışır ve güzeldir. Üzerinde iyi düşünülmüştür, bir nevi örülmüştür (Hatırlayınız: "weave"). Dolayısıyla onu "architect" edenini ("mimar"ını demiyorum) değerli kılar.
"Mimar" diyorum ikidir; o da tanım ister. Ona girip boğulmak yerine, şöyle bir kaçamak yapmayı yeğlerim: Kimilerinin söylediklerine karşın, iyi "mimar"ların elzem olduğunu, çünkü mekanın insan hayatında hep önemli yer tutacağını düşünmekteyim. Acayip yağ çekerim.

7 Aralık 2008 Pazar

Renderla Ramizem

şimdi bi frank lloyd var bi de ross lovegrove var.

nasıl var; değişen&gelişen görsel teknoloji bize avantaj sağlıyor, bu arada frenk gibilerinin sayısı azalıyor, önemi yitiyor (bu noktada "hafız, elle işlenmiş tasarım paftasına milyon dolar veriyolarmış" geyiğini es geçiyorum).

ama dijital modelleme ve illüstrasyon, bazı şeylerin değerini yitirtiyor mu, yoksa içindekini dökemeyen adama avantaj mı sağlıyor? ya da ikisi birden mi?

mevzu bu değil, mevzu neyle uğraşacağına, neyin üzerine yoğunlaşacağına karar vermek sanırsam, çünkü "dijital" çizim de kendi dilini yaratalı çok oluyor. modelleme modellemelikten çıkıp gerçeğe yaklaşalı, el emeği daha bi kolay daha bi makbul görünür oldu.

autodesk programları arasında geçişler, adobe'un bridge'iyle hibrit görseller hazırlamak, cinema4d ile nemetschek&graphisoft dostluğu, yaşasın opensource blender, inkscape, gimp; hepsi genç tasarımcıların avucunu (maus ilişkisi) sulandırırken, beynini yoruyor. bi yerden başlamalı ama hangisi?

neyse çok dağınık oldu, amacım iki lakırdı etmekti belli başlı programlar üzerine.
bi de geçen bi portfolyo gördüm, adam saydıklarımın hepsini kullandığını eklemişti cvye. gittim çay koydum.

22 Kasım 2008 Cumartesi

Foxy!?

how i met your mother #2.2

#1



#2



#3



mimarlar seksi midir?
yani "arthouse" asiliğiyle "plaza" beyefendiliğini işe yarar bi paydada birleştiren meslek, (afedersiniz) insanları 'uyarıyor' mu?

şahsi kanaatim: ted mosby anca arkitektürle toparlıyor gibi.
george 'cantstandya!'yla başedemez ayrıca.

17 Kasım 2008 Pazartesi

Tight Apartment Therapy!

küçükken koli falan bulup içine girer, uyurdum ben.
dar, sarıp sarmalayan yerlerin garip bi çekiciliği oluyor bazen, uyku tulumu, kuşetli & yataklı tren, hamak vesaire.

stüdyo daireler de kompakt yaşam hesabına patlamadı mı zaten?





> jack's BIG thing!

16 Kasım 2008 Pazar

Architekten in Movies



Rob Lowe: yahşı bir oğlan; ammavelakin piyasa çıkan "tape"inden sonra tutunamadı, bi paris hilton olamadı
James Belushi: bildiğin according to jim

Rob Lowe, otuzlarının başında, sevdiği kadından uzakta mesleğini icra etmeye çalışan bir sabidir. James Belushi'yse işvereni. Rob'un yaşadığı dairede garip olaylar dönerken; bunların yanında mega-absürd komşularıyla da başa çıkmaya çalışan Rob, patronu James Belushi'yle de problemlerin hasını yaşayarak delirmenin eşiğine gelir.

-Ee ne ki şimdi bu ?
-Rob'un mesleği mimarlık.

Living in Peril; çok da ses getirmemiş, hatta tv filmi kalitesinin bile orta seviyelerinde gezinen filmde mimar karakterin yaşadıkları mesleğine vuruyor, meslek de gelişine koyup Rob'un hayatını altüst ediyor. Hele ki proje çizdiren zengin rolündeki Belushi, "süpermüteahhit" ayarında tepkilerle herşeyi daha da kötüleştiriyor.

ha olay ne; James Belushi aslında Rob'un sevdiceğinin eski sosyopat kocasıdır. ve olan biten herşeyi kurgulayan da odur. Rob'un dairesine fare bırakan, gece evine girip çıkıp huzursuzluk yaratan ardından da ayak başparmağını kıran (var hakkaten böyle birşey) Belushi, aslında inceden inceye ayrıntıdaki şeytanlarla Rob'u mahvetme amacındadır.

finalde iyiler kazanır.


alakasız simultane link: archdaily- detay seven böyle gelsin


ps: uzun süreden sonra böyle bişeyler yazarak dönmek çok da hoşuma gitmedi. ama bir yerlerden başlamak lazım.

10 Temmuz 2008 Perşembe

tasarım fakültesi öğrencilerinde hep bir haller vardır:

problem olmasa bile problem yaratma, masaları yerleştirirken, ders programı ayarlarken hatta stüdyo kapısının kilidi bozulduğunda bile (yaşanmıştır) olanları büyütüp tartışma, farklı fikir sunmak için ıkınmalar vs vs. . grup projelerindense hiç bahsetmiyorum- coşmalara doyamıyor zira gençler, fikir fikir üstüne biniyor, kavgalar çıkıyor, herkesin bildiği kendine- ki ben bizzat severim grup işlerini, şenlikli olur, etkisiz elemanlar&yutan elemanlar, kopuk şeyler çıkar değişik olur.

yarışma mevzusu çıkıyor, ayrı gruplar birbirine çamur atıyor, kritik üstüne kritik dönüyor.



problem bitince de problem bulunuyor, bunu da genellikle aktif topluluklar yapıyor. ataçç itülü mimar adaylarının yarattığı bir ekip- workshop mevzusunda kaydadeğer işler çıkartıyolar. 11-12-13 temmuz'da sırasıyla kadıköy, tünel ve galata'dalar.


odtü mimarlık topluluğu'na ayıp etmeyelim; uğraştıklarına her daim tanığım ama mikroiklim yarattılar hep şu ana kadar. ha ben n'aptım, "hadi kolay gelsin" deyip geçtim, evet.

7 Temmuz 2008 Pazartesi

Drug and drugging in drugs.



gonzo: 1.garipçe, sıradışı.
2. amatör porno.

gonzo gazetecilik dediğimizse; muhabirin kopup haberin ana merkezine oturması, belki haberin kendisi haline gelmesi diye özetlenebiliyor. bu mevzuyu neredeyse ilk çıkartan, anti-celebrity Hunter S. Thompson. milliyetçi-anarşist-silahsever-junkie ki kendisini ben de çoğu insan gibi (drug-cinema örnekleri ararken) fear and loathing in las vegas'ta tanıdım. evet 'canidep'in oynadığı.

hafıza tazelemenin sebebiyse adamı gerçekten anlatabilecek bir belgesel var ufukta. yönetmen alex gibney (!f'teki 'karanlığa taksi' ve ntv'de bolca verilmiş 'enron' belgesellerinin sahibisi kendisi).

->http://www.apple.com/trailers/magnolia/gonzo/trailer/